insan, doğanın yere döktüğü birer kırıntı...

yaşadı, gün doğumundan geceye

yalvardı,

kirli bi ırmak olup,
engin bir denize varıncaya kadar.

Orada mıyım?

16 Mart 2012 Cuma

Bisiklet Hazırlığı

Daha önceden Tunus lu misafirim Arafetten burada bahsetmiştim. işte o benden ayrılırken hazırlandığı anları çektiğim video. duygu dolu dakikalar.. :)

12 Mart 2012 Pazartesi

Gezi Tarzı vs Yazı Tarzı

tarz mı?

şöyle. bazen yazarken ben de sıkılıyorum. ard arda ordan indim biraz yürüm ona bindim vay anam of anam. bunun bariz bir sebebi var. cidden koşa koşa yol almam. gittiğim yerlerde pek vakit harcamıyorum. bunun sebebi bu. ben de isterim. mesela; aga çine de sanayide bir pideci of anam nasıl pide yapıyor demek yada ezinedeyseniz peyniri şu amcadan alacaksınız demek ama olmuyor. neden olmuyor? çünkü vakit dar. bazıları aile kurmaya önem verir. bazıları ise başka bir takım şeylere önem verir. bazıları yolda yaya yaya gider(yayadan kasıt yaymak) bazıları ise haldır huldur. ben o haldur huldur gidenlerdenim. yani belli bir planı dar bir zamanda yapma meselesi. 10 günde 3500 km yapmak biraz hızlı gitmek anlamına geliyor. bazıları bu mesafeyi aylarca vakit geçirerek yapıyor. öyle olunca da daha fazla kalıp daha fazla görüyorlar. o günler de gelecek tabi vaktin daha fazla olduğu günler fakat o günlere kadar şimdilik böyle.

DENİZ FENERLERİ : BENİM NE İŞİM VAR LAN BODRUMDA ?



Ah o güzel film. Her Şey Çok Güzel Olacak. Biraz eski ama 20ye yakın kez rahatlıkla izlemişimdir. Bende böyle. pek film izlemem ama sevdiğim filmleri çok izlerim. Doğmamış çocuğa Altan ismini de koyduktan sonra geçen sene Kemal, Altan’a hediye olmak üzere bir yerden filmin orjinal dvd sini bulmuş ve bana verdi. Rafa koyunca kızdı tabi. Napayım çerçeveye mi alayım? Neden olmasın dimi :)

Edit: bu gece rüyamda Mazhar Alanson la beraber yazlıkta tatil yapıyoduk, rakı içiyoduk. valla bak.

Neyse. Çine deyim abi tamam mı? Yine yağmur sabah Dilek lerde hepberaber kahvaltı ettikten sonra Dilek, Aydın a kursuna ben de bodruma gitmek üzere ayrılıyoruz. Biraz yürüdükten sonra Çine nin çıkışında otostopa başlıyorum.

Çine:

Tam 1 saat sonra bir tır duruyor. Atlıyorum. Muğlaya gidiyormuş. Ben Milas/Yatağan yol ayrımında inicem. Her zamanki muhabbetlerden ediyoruz. Bir ara yol kenarındaki bir lastikçiye giriyoruz. Abi lastik fiyatı alıyor. 1000 lira. Yola devam edince söylüyor. Yeğen diyor başka yerlerde de sordum hep 1100 1200 çektiler. Bu benim çok eski lastikçim. Bunun uygun vereceğini tahmin ediyordum hakkaten de öyle oldu diyor. Güzel yollardan geçtikten sonra Yatağan da beni bırakıyor. bir kaç fotoğraf çektikten sonra yürüyerek yatağan ın içinden geçiyorum. Farkediyorum ki bereyi tırda unutmuşuz.

Çine den bindiğim tır:

Yatağan ın Milas yönüne çıkışta beklemeye başlıyorum. Eski bir toros duruyor. 1 kaç km ileriye bırakabileceğini söylüyor. Tamam diyorum. Kendisi oradaki bir fabrikada mühendismiş. Toros da şirket arabası :) Yatağan, santralden dolayı oldukça kömür kokuyor.

Yatağan:


Yol üzerinde bir fabrikanın girişinde indikten sonra beklemeye devam ediyorum. Otostop çekmek için daha doğrusu araçların durması için pek de uygun bi yer değil. Koruluk yada orman kenarı, ard arda virajlar ve ıssız.

Derken bir araba duruyor ve beni 5. Kişi olarak alıyorlar yanlarına. Onlarla da bu sefer bozuk yollarda başka arabalarla yarışarak ! Milas a kadar geliyorum. Bir rampada mezarlığın yanında bırakıyorlar beni. Rampa otostop için sıkıntılı olduğundan biraz bekledikten sonra yolun biraz daha düz olduğu kısma doğru yürüyorum. Beklemeye başlıyorum. 1 saat 1 bucuk saat derken ezan okunuyor hava kararıyor. Gelip geçen tek tük insanlar ters gözle bakıyor. Ben de sabırsızlanıp ve yolun ilerisini merak ettiğimden dolayı yürümeye başlıyorum yokuşa doğru. Arabadan ilk indiğim yere geldiğimde biri duruveriyor.

Cezaevinden yeni çıkmış bol muhabbetli bir abi. Güllük e kadar bırakıyor. restorant ı varmış. Ayrıca telefonunu da veriyor ve bodrumda başka bir lokantanın sahibinin de adını veriyor başım sıkıştığında gitmem için. Kendi dükkanına da dönüşte davet ediyor.

Güllük yol ayrımında inince ilerideki benzinliğe kadar ilerleyip aydınlık alanda otostoba devam ediyorum. Aydınlık çok önemli görünmek için. Sürücünün otostopçuyu görmesi lazım. Görüp şöyle bir süzüp güvenmesi lazım. Yada bir araba durupta size zarar verdiği zaman başka birinin aydınlıkta olduğunuz için sizi görmesi lazım. Şaka şaka ikincisi olmaz. Senaryo ürünü o :)

Sonra başka biri durdu. Bir çok güzel şeyden konuştuk. En çok sevdiğim şeylerden birini yaptı. Beni düşünmeye itti. Küçük bir kızı varmış daha 4 yaşında hatırladığım kadarıyla. Abim, eşi daha hamileyken kızıyla ana karnında konuşmaya başlamış ama agucuk gugucuk şeklinde değil. Bildiğin bir yetişkinle konuşurmuş gibi. Çocuk doğduktan sonra da çocukla her konuşmasında gözlerini çocukla aynı seviyeye indirmiş göz teması kurmuş. Sonra bu güzel kızı 1,5 yaşında konuşmaya sonrasında yazmaya ve son zamanlarda da kendisini kandırmaya çalışan babannesine mantıklı cevaplar verir olmuş. Çocuk yetiştirmede farklı bir boyut. Belki de tüm bunlar bir kitapta yazıyordur ama beni bilenler bilir ben okumaktansa dinlemeyi yaşamayı tercih ederim. Bunlar da duyduğum güzel şeyler. Ama gel gör ki bir çocukla iletişim kurmak bir kadınla, karınla iletişim kurmaktan çok daha kolay diye ekliyor abim. Devamlı kavga ederdik diyor. Hiç beni dinlemezdi, eksik görürdü ne kadar pozitif yaklaşmaya çalıştıysam da başarılı olamadım ve ayrıldık eşimle diye ekliyor.

Konacık ta iniyorum. Bu ne ya? Bildiğin trafik ve bir sürü yapı. Sanki İstanbul Göztepe deyim. Ne kadar saçma yahu bu insanlar. Güzel bir yere tatil amacıyla herkes gittiği zaman o güzel yerin artık tatil edilecek bir değeri kalmıyor. Burası da böyle olmuş. Yazları araç trafiğinden dolayı kısa mesafeleri almak saatler sürüyormuş. Zamanında beyaz duvarlı, küçük mavi pencereli evlerle doluyken şimdi bambaşka biryer. Ne kadar acı verici. Dün Sedos tan arkadaşlarla yürüyüşe gittiğimizde Anıl abi orman içinde akan küçük dereyi görünce şöyle demişti: “Ne kadar acayip bir zamanlar heryerin böyle olduğunu bilmek” hakkatten çok acayip.

Konacık tan, Turgutreis e oradan da Gümüşlük e minibüsle geçiyorum. Bodrum biraz pahallı. Neydi öyle o minibüs ücretleri? Gümüşlükte minibüsten indiğim yerde couchsurfing ten tanıştığım Elif Hanım beni karşılıyor. Tanışıyoruz ve eve geçiyoruz. Kitapla ilgili link: http://www.metiskitap.com/Metis/Catalog/Book/4963 . Katmandu’da Ev Hali, Metis Yayınları ndan.

Elif hanım, güzel sebze yemekleri yapmış sobanın yanında yiyiveriyoruz. Kendisi yıllarca Katmandu da kalmış, Boğaziçi ni yarıda bırakmış bir yazar. Evde bir sürü kitap var. Muhabbet ediyoruz tabi. Okumadığımdan sözediyorum. Gülüyor :) içinden sanki bir gün çok okuyacaksın evlat diyor. :) O bir çeviriyle uğraşırken ben de John Lennon la ilgili birşeyler izliyorum tv de. Saat geçe vurunca yatıyoruz...

Sonraki bölümde tekrar Bodrum ve cebimde 2 lira 75 kuruşla gecenin bir vakti vardığım ve kalacak yerimin olmadığı Marmaris :)

4 Mart 2012 Pazar

Ejjbél Mé Tétléga Amma Errjél Tétléga*

*Dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur.

couchsurfing te sakarya da kalacak yer arayan birini görünce tereddüt etmeden kabul ettim. belki de bir yolcunun halinden ancak başka bir yolcu anlar.

arkadaşın kendisi Tunusluydu. Arafet. 3-4 gün sonra geleceğini söyledi ve geldi. Daha sonra da detaylar. 4-5 gün boyunca misafirim oldu. Tunus lu bu kardeşim bisikletle İstanbul'dan başlayıp İpek Yolu boyunca Çin'e kadar sürecek bir yolculukta. Bir senesini ayırmış. Biyoteknik mühendisi 30 yaşında bir zaman okulda asistanlık yaptıktan sonra son işine girmiş ve bu gezi için son işinden ayrılmış.

Adapazarı na geldiğinde beni aradı ve onu gidip yoldan karşıladım. sağ dizini sakatlamıştı ve cidden ağrıyordu. Huzursuzluğunu ve sıkıntısını yüzünden görebiliyordum. Burada 3-4 gün kaldı. Doktora gitti. Bisikletinde de sıkıntı vardı ama tamir ettirecek doğru düzgün bir yer olmadığından pek elleşmedik.

Pek parayla çıkmamış yola 1500 tl gibi birşey biriktirmiş. tunus istanbul biletini bir hayırsever almış. sponsor bulmak adına tunustaki ulusal bir kanalla anlaşmışlar. kanal Arafet e gopro 2 tripod ve bilgisayar vermiş. 3 pilot bölüm çektikten sonra sponsor bulmak adına çalışacaklar.

Arafet için aslında bu ilk bisiklet gezisi değil. Daha öncesinde Afrikanın büyük bir kısmını çöller de dahil olmak üzere geçmiş.

Sonra her zaman olduğu gibi bir sabah dünyanın başka bir yerinde buluşmak üzere sözleşip vedalaştık ve o yola devam etti. Bu arada benim evin anahtarları da ondan kaldı; şimdi o anahtarlar da onla beraber Çin'e gidiyor.

Take care mate!

Arafet in turuyla ilgili bilgi sahibi olabileceğiniz yerler:

https://www.facebook.com/tabba3ni

https://www.facebook.com/wetbike


Blog Yarismasi Icin Yardim Cagrisi

Selamlar,

Bir blog yarismasinda bloguma oy vermek isterseniz aşağıdan tıklayarak bunu yapabilirsiniz. Bir kişi 3 kere oy kullanabiliyor. Birinciye yurt dışında güzel bir tatil var. Onun için denemekte fayda var. Yardımlarınız için şimdiden teşekkürler.


DENİZ FENERLERİ 3 : İZMİR 2

NOT:

BU POST U ŞU ŞARKIYI DİNLERKEN OKURSANIZ DAHA GÜZEL OLABİLİR:




Ne güzel bir sabah. Donuma kadar ıslak. Sokakta yokuştan aşağıya akan suları takip ederek denizi buluyorum sonra onu sağıma doğru alıp yürümeye başlıyorum. Urla, Karaburun, Çeşme arabalarının kalktığı küçük garaja. 11 yada 13 lira ödedikten sonra ve biraz da bekledikten sonra yola çıkıyoruz. Araçta 6-7 kişi var ve sefer saatleri seyrek. Tabi kış olduğu için :)

Karaburun Arabaları:


otobanda biraz seyrettikten sonra otobandan ayrılıyoruz. Tabi ben de dönüş için fikir sahibi olmak adına yoldaki sapakları pür dikkat kesip hafızaya atmaya çalışıyorum. Urla yı geçiyoruz. Yine sağımda deniz solda muhteşem tepeler ve dağlar. Hepsinin de başında duvak var yağmur bulutlarından. Denizdeki boktan balık çiftliklerini görsem de benim için denizin güzelliğini bozacak kadar galip değiller.


Karaburun merkeze vardıktan sonra gps te işaretlediğim sokağa doğru yürümeye başlıyorum. Karaburun un balıkçı barınakları ile merkezi arasında kısa bir mesafe var. Tabi balıkçı barınaklarının bulunduğu yerde de yerleşimler ve lokanlatalar mevcut.

Karaburun:

Karaburun da Balıkçılar:

Karaburun da Güzel Bir Ev:

Yoğun yağmurun altında önce yanlış bir sokağa giriyorum daha sonradan işaretlediğim yere ulaşıyorum. Yüksekçe kayalıklı denize hakim bir yer. Gelgelelim bir sıkıntı var. Benim gps te deniz feneri diye işaretlediğim yer bildiğin bir özel mülk. Fenerle hiç bir alakası yok. Şaşırıyorum tabi ister istemez. Sonra Atlas Dergisi’nin Deniz Fenerleri ekini hazırlayan Ersin Demirel i arıyorum yerimi tarif ettikten sonra acı gerçeği öğreniyorum. Meğersem asıl fenerin bulunduğu yer kıyıdan Çeşme’ye doğru giden ormanlık yolun kenarında ve bulunduğum yerden 5 km kadar uzakta. Teşekkürler ederek ve kendime küfrederek ve gülerek telefonu kapatıyorum. Bu yağmurda pek araç olmayan bir yolda 5 gidiş 5 geliş toplam 10 km yol ne kadar sağlıklı. Zaten sabahtan beri yağmurun altındayım ve artık ıslanmamış pek biyerim yok. Sallana sallana balıkçı barınağına gelirken beni bu tongaya düşüren detayı farkediyorum. Duvardaki “Fener Sokak” tabelası. Büyük ihtimalle benim gps teki evi işaretlememin sebebi “Fener Sokak” ı görmem. Geziye hazırlık yaparken esasında fenerlerin tam koordinatlarını bulamamıştım. Hemen hepsini tariflerle not etmiştim. Bir kısmında ise tarif bile olmadan bölgedeki insanlara sorarak buluyordum.

Tüm Olanların Belki de Tek Müsebbibi:

Vakit gün için tekrardan plan yapma vaktiydi. Barınağın yanındaki şiltenin altına girip düşünmeye başladım karşıdaki kimsesiz adaya bakarak. Saat çoktan öğleden sonraydı ve kış olması münasebetiyle günler kısalmakta ve çabucak hava kararmaktaydı. O yağmurda 14 km lik yolu yürümem beni hasta edecek ve gezinin devamını tehlikeye atacaktı. Onun için karaburun feneri ni es geçip aydın çine deki arkadaşım Dilek e gitmeye karar verdim.

Tekrardan karaburun a doğru yokuşu çıktım ve beklemeye başladım. Hani bekliyoruz ama videoda da görüldüğü gibi ne anayol üstü ne de işlek biyer. Öyle bildiğin alakasız hakkaten kardeşim manyak mısın ne yapıyosun burada denecek bir yer. Ama trafiğe tamamen kapalı bir yolda bile otostop çekip araç bulduğum için pek umutsuzluğa kapılmıyorum. İllaki biri duracak. Evet birisi duruyor. Karaburun daki halkeğitim merkezindeki dans hocası. Kendisi folklör dansları nı öğretiyormuş. Beni alıp birkaç köy öteye kadar bırakıyor. tabi yolda koyu muhabbetle türkiyeyi kurtarıyoruz. Hiç bilmediğim mevzular hakkında bilgi sahibi oluyorum ve düşünmeye başlıyorum.

Şöyle anlatıyor güzel abim: Düşün! Bir ilçe. İlçe milli eğitim müdürlüğü var. İlçenin nüfusu 5000 kişi. İlçe milli eğitim müdürlüğünde 1 müdür, 2 müdür yardımcısı, sekreter, odacı, çaycı, 3 tane şoför, muhasebeci, bilgi işlem uzmanı ve diğer kadrolular. İlçede zaten 1 lise 5 tane de ilköğretim okulu var. Bu müdürlük çalışanları ise neredeyse hiçbirşey yapmıyorlar. geçenlerde ilkokulun tekinde biyoloji hocası eksiği oldu bu kadrolu kişilerden de biyoloji hocası olanlar var eğitime destek olup açığı kapatmak yerine kıçlarını kaldırıp makamdan ayrılmadılar. Keza geçen sene matematik dersi için de aynısı oldu. Ne olacak bu çocuklara? Kim düşünüyor bu çocukları? Kimin yararına bu sistem?

Gerçekten kimin yararına bu sistem?

Neyse telefonları karşılıklı alıp veriyoruz ve bir daha gittiğimde beni misafir edeceğini söyleyerek vedalaşıyoruz. Tekrar beklemeye başlıyorum. Yağmursa hiç durmadı. Derken çok sevindirici birşey oluyor. Ne mi? Bir beton mikseri kamyonu duruyor. Bu mu sevindirici demeyin. Yoldayken birçok arabaya bindikten sonra artık binmediğiniz arabalara da binmek istiyorsunuz. Mesela beton mikseri bunlardan biriydi. Çok merak ediyordum ve önümden geçtiklerinde çok imreniyordum. O gün bu gündü ve bir tanesi duruverdi. Gülbahçe ye kadar devam edip gülbahçede yollarımız ayrılınca ben iniyorum. Tekrardan bir yağmur ve bekleme periyodu. Mekan trafik ışıkları. Biraz bekledikten sonra bir telekom arabası duruyor hemen atlıyorum. Epey ıslak ve soğuk haldeyim. Sürücü acıyıp klimayı sonuna kadar açıyor ve biraz ısınıyorum. Muhabbet ediyoruz. Beni yolu olmamasına rağmen Güzelbahçe ye kadar götürebileceğini söylüyor. Ben, benim için planlarını ve yolunu değiştirmemesi taraftarıyım ama o dinlemiyor. Ben de kabul ediyorum. Sonra giderken birden yavaşlıyor ve duruveriyor. “kardeş orası bizim mıntıkanın dışında oraya gidersem sıkıntı çıkabilir” diyor ve ben şaşkınlık içinde kabullenip iniveriyorum. Yağmurdan korunmak için bir belediye otobüsü durağına sığınmak en iyisi ve öyle yapıyorum.

Bekle ve düşün... Daha kahvaltı bile yapmadım. Baştan aşağı sırılsıklamım izmir e giden belediye otobüsleri. Binip gitsem mi? O zaman neden bunca zahmete katlandım? Karşıda sıcaktan camları buhu olmuş bir ekmek fırını. Cebimde az param var. Acaba gidip bir tane ekmek istesem mi? Boşver. Devam et. Yol en iyisi.

Yürüyorum ileriye. Kalabalıktan biraz daha uzak ve nispeten sakin bir yer. Başlıyorum otostoba. Yine mutlu oluyorum hem de çok. Bu sefer de resmi plakalı bir il özel idaresi kamyonu. Duruyor. Bu bir ilk. Sevinerek atlıyorum. Şoför küfürbaz biri Aydın’lı. Gaziemir e kadar bırakıyor beni.

Gaziemir çok şehir içi. Bulvardan otostop çekmek imkansız. Bir sonraki durak Aydın. Tren fikri geliyor aklıma. Hem biraz kururum. Hem de biraz dinlenirim düşüncesiyle 6 buçuk lira ya aydın a bilet alıyorum.

Gaziemir istasyonu şahane. :D bildiğin döküntü bir prefabrik. Basmane vs. tarafına giden kendilerine has şiveli birçok insanın arasında treni bekliyorum.

Gaziemir Tren İstasyonu:

Tren rahat, boş ve sıcak.

Gecenin karanlığında aydın a varırken trende bir emekli albay la muhabbet ederken buldum kendimi. Oysa sadece adres soracaktım. Sonra trenden inip hızlı adımlarla yürümeye başladık. Başka fikirleri vardı başka bakış açıları benimkiler de farklıydı. Söylemeye çalıştım ama anlatamadım. Belki anlamak istemiyordu belki de dinlemiyordu. Bir marketten kendine ekmek alırken bana da simit aldı. Ve fethiyeye gidersem evinde kalabileceğimi söyleyip numarasını verdi. Çine minibüsüne bindirdi ve minibüs paramı ödedi sağolsun. Fikirlerimiz farklı olsa bile iyi bir iletişim yakalamıştık.

Artık yağmur dinmişti koca günün ardından ve yine karanlıkta tıka basa dolu bir minibüsle Çine ye gidiyordum. İsmini yeni duyduğum biryer. Aslında Dilek bana defalarca söylemiş ama ben hatırlamıyorum.

Çine nin küçük otogarında biraz bekledikten ve otogar marketini izledikten sonra Dilek ve kuzeniyle buluşuyoruz. Kuzen ayrılıyor ve biz de karnımı doyurmak için Çine sokaklarında bir pideciye giriyoruz.

Sonra Dilek in kuzenlerinin evine geçiyoruz. Çay böğrek pasta eşliğinde oturuyoruz muhabbet ediyoruz. Albay ın verdiği simitleri Dilek e doğum günü hediyesi olarak veriyorum. :D karatay diyetindeymiş.....

Gece birçok iyi arkadaş ediniyorum. Sonra ilerleyen vakitlerde Dilek lerin eve geçiyoruz. Dilek in babası kopuz ustası. El işi çok güzel kopuzlar yapıyor hem de çalıyor. Biraz dinleyip biraz da muhabbet ettikten sonra yatmak üzere güne noktayı koyuyoruz. İyi geceler herkese...

Çine:


Bir sonraki bölümde Çine’den Bodrum’a...