yaşadı, gün doğumundan geceye
yalvardı,
kirli bi ırmak olup, engin bir denize varıncaya kadar.
Orada mıyım?
25 Ocak 2012 Çarşamba
Bölüm 7 : Adıyaman – Adapazarı
-Önceki yazılarda, çıktığım bu gezideki anılarımı aktardım. Umutsuzluk, yorgunluk, hayal kırıklığı, mutluluk, heyecan gibi küçük hisler dışında pek birşeyden bahsetmedim duygu konusunda. -
Bu hissi anlatacak bir lügata sahip değilim. Sadece tren yolculuğundaki fotoğrafları koyabilirim buraya. Gerisi laf-ü güzaf. VESSELAM !
Bölüm 6: Göreme - Adıyaman
Bu kadar fazla balonu görünce şaşırdığımı söylüyorum ve abi ekliyor “100 e yakın balon şirketi var.” Bunu duyunca şaşırıyorum çünkü birçok şirketin 1den fazla balonu var.
-Hani göremede çadırımı kurduktan sonra günbatımını izlemek için tepeye doğru giderken fotoğraf makinemin pili bitmişti ya; heh hala pil yok. Yaklaşık 500 km yani adıyaman a kadar pilim yok. Hep yolda olduğum için alma fırsatım olmadı ne yazıkki. Ve ki bu sebeptendir bu kısımda çok fotoğraf yok. Olanlar da pilin son zerreleriyle çekilmiş olanlar.-
Abim beni kayserinin girişinde bir dörtyolda bıraktıktan sonra kırmızı ışıkta duran bir traktöre yolu sordum malatya tarafını, gösterdi ve o yöne doğru yürümeye başladım. A çok güzel bol bol kamyon var rahatım şimdi bi 10 20 dakika sonra alırlar diye düşünürken ilerideki bariyerin kenarına gidip yaslanıyorum. O ara bir sucuk plasiyeri duruyor. Telefonda konuşurken arabaya çağırıyor. Diyorum ben malatya tarafına gidicem. Oo diyor bırakayım seni otogara, diyorum ben otobüs kullanmıyorum. Otostopla gidiyorum. Duyunca şaşırıyor. Biraz da özeniyor. 2 küçük çocuğu var yeni eve taşınmış, sıkıntılı dönemler tabi haklı olarak.
Biraz ileride bırakıyor yol ayrımında. Burası sanırım toki nin alanı ve kayserinin oldukça dışı gibi duruyor. Ve kötü haber: yolun geliş tarafı asfaltlanıyor. Bu neden kötü? Kötü çünkü bu durumda yol git-gel toplam 2 şerit ve araçların durabilmesi için uygun bir yer yok. Ama gitmek zorunda olduğum için ileriye doğru yürüyorum hiç düşünmeden. Yolu asfaltlayan bir gurup işçi hello hello diyerek bana sesleniyor içecek işareti yapıyorlar. Yolu kontrol edip karşıya yanlarına geçiyorum.
Selamın aleyküm deyince şaşırıyorlar, aleyküm selam diyorlar. 15 kadar kişinin elini tek tek sıkıyorum. Şaşırıyorlar. Seni yabancı zannettik diyorlar. Yok diyorum türküm. Çay içermisin diyorlar, olur diyorum ama bakıyorlarki çay bitmiş. Sorun etmiyorum. Burası tehlikeli araçların durması için diyorum asfaltlama nerde bitiyor diye sorduğumda kendi aralarında hesaplayıp 20-30 km kadar uzakta diyorlar şimdi hatırlamıyorum. Biraz hayalkırıklığına uğruyorum, hergün aşağı yukarı 10 km yürüyorum ama 20-30 kmlik bir mesafeyi güneşin altında ve en kötüsü dar bir yolda kaza korkusuyla yürümek oldukça sıkıntılı bir iş. Akşama yemeğe kal diyorlar. Yok diyorum akşama çok var, benim gitmem lazım. Tamam diyorlar. Vedalaşıyorum.
Biraz yürüdükten sonra yolun kenarında bir açıklık görüyorum ve çantamı yere indirip, inşaat şirketinin kamyonetinin gölgesine ilişiyorum. Günün ilk lokmasını yemek üzere çantamdan bisküvi çıkartıyorum. Kamyonetin gölgesinde yiyiveriyorum. Hala rahatım, biraz geniş bir yer buldum ya tır da çok geçiyor burda rahat bulurum bir araç düşüncesindeyim. Ama pek de öyle olmuyor.
Birşeyler yedikten sonra ayağa kalkıyorum, başlıyorum otostopa. Duran yok. Araçların bir çoğu zaten 38 plakalı. Böyle olunca insanın içini biraz hayalkırıklığı sarıyor. Bu otostopu ilk yaptığımda biraz bekleyip te araç bulamayınca çok kötü oluyordum ama şimdi bu yerini hafif bir hayalkırıklığına bıraktı ama biliyorum ki er geç biri duracak. Bu durumdayken birşeylerin ters gittiğini ve neyin ters gittiğini bulma düşüncesi sarıyor zihnimi. Bakıyorum. Çantam çok geride bu iyi birşey değil onu hemen şoförlerin görebileceği bir yere koyuyorum. Otostop çeken kişinin görüntüsüyle ilgili şeyleri sedos un blogunda yazmıştım. Yine düşünürken farkediyorum ki sakallarım uzamış. Bu bir otostopçu için hiç hoş değil.
Kayseriye varalı 3 saati geçerken ve hala araç bulamamışken beklediğim açıklıkta ileride bir tır duruyor. Sevinçle ve koşarak gidiyorum. Selam veriyorum ama selam alamıyorum. Diyorum abicim boş yer var mı ben adıyaman a gidiyorum. Kafasını kaldırmadan alet çantasıyla uğraşırken ben elbistana gidiyorum diyor. Tamam sağol diyorum. Kolay gelsin, vites çubuğu bozulmuş onu tamir ediyormuş.
Kötü hissediyorum bir çok sebepten; ulan bu kadar iyi niyetliyken yüzüne bakılmamayı, selamına cevap verilmemeyi hakedecek kadar kötü müyüm? Yada bunu yapacak kadar kötü mü dünya?
Diğer kötü hissetme sebebim ise elbistan ın nerde olduğunu bilmemem. Belki de adıyaman a malatyadan daha yakın ve ben bunu bilmiyorum. Bilsem adama biraz diretebilirdim. Ama 2 dk sonra düşünüyorum ki, iyi ki bilmiyorum. Çünkü beni almak istemeyen birinin aracına rızasızca binmek bana da rahatsızlık verirdi.
Bozuk tır tamir olup gidiyor. Yarım saat kadar daha geçiyor ve bir minibüs duruyor. 21 plaka. J bu kısa gezide bana en çok duran plaka. Halbuki o şehrin yakınına bile gitmemişken ve türkiyenin geri kalanı onlar hakkında bunları söylerken.
Abim fındık işçilerini taşıyormuş. Boş dönüyor. İlerideki kavşağa bırakabileceğini söylüyor. 3,5 saat beklemeden sonra 5 km lik bir otostop bile çok iyi geliyor. Özellikle düşük ruh haline.
Biraz fındık veriyor. Kavşakta iniyorum. Kavşağı geçiyorum, yokuşu çıkıyorum. İleride trafik ışığı var onu biraz geçiyorum ve beklemeye başlıyorum. Hala kayserideyim ama kayserinin oldukça dışı denebilecek biryer. 2 saat belki de daha fazla bir süre sonra bir kamyon duruyor. Bmc profesyonel. Malatyaya gidiyormuş. Adıyaman deyince malatyaya kadar bırakabileceğini söylüyor.
Biniyorum. Ayağımın altında 2-3 çuval patates. Ayakkabımı çıkartıyorum. Başlıyoruz muhabbete, amcanın oğlu savcı. Sigara uzattığımda ben içmiyorum diyor. Bak sen gençsin sen de içmesen iyi olur diyor. Anlatıyorum. Defalarca bırakmaya çalışıp bırakamadığımı. Bana kağıttan külah yapıyor. Külünü buna koy. Sakın izmaritini atma diyor tam ben atacakken. Utanıyorum çok fena. “kimi diyor atıyor böyle izmaritleri, hadi buralar bozkır ama burda atınca alışkanlık yapıyor sonra orman yolundayken hiç farketmeden atıyorlar o zaman ormanlar kül oluyor.” Sus pus oluyorum. 350 kmlik yolu 6 saatten fazla sürede alıyoruz. Yolda sanayiye girip tamirat yaptırıyoruz. Sonra amca başka bir yerde kavurma ısmarlıyor. Malatyaya girerken adıyaman sapağında hava kararmışken beni bırakıyor. elini öpüp vedalaşıyorum.
Beni Malatya'ya bırakan, 100 lerce km seyahat ettiğim kamyondan yegane kare:
Burada trafik çok olduğu için rahatım ama havanın kararmış olması beni biraz geriyor ayrıca bilmediğim bir coğrafyadayım. Evden de biraz uzaktayım. Otostop çekmeye başlamışken adıyamana giden bir yolcu minibusu duruyor. Ben durdurmuyorum ama duruyor. Kaç para diye soruyorum. 15 diyor. Yok diyorum sağol. Geri çekiliyorum. Şoför hemen çıkıyor dışarı. “yahu biz canavar mıyız kaçıyorsun hemen paran yoksa vermessin nolacak diyor. Tamam diyorum 10 lira veriyorum ama sanırım ömrümde bu kadar hiç utanmamıştım.”
Wolkswagen volt. Kapı kenarında tek koltuktayım. Belli bir süre sonra bir yerde mola veriyoruz. Mola yeri gibi biryer. Alabalıkçı var, market, kahve falan. Aynı şekilde adıyamandan gelip malatyaya giden araç ta durmuş. Bir 15 dakikalık molanın ardından devam ediyoruz.
Arkamdaki abi omzuma dokunup üzüm uzatıyor. Yermisin diyor. Önce teşekkür ediyorum ama ısrar edince yiyorum. Hiç buraların üzümüne benzemiyor. Kocaman taneli. Ayrıca yahu bir anlat bakalım biz seni tanımak istiyoruz diyor meraklı gözlerle. Başlıyorum anlatmaya durumları...
Adıyaman'da tütün tarlaları:
Kurumaya bırakılmış tütün:
Adıyaman'daki küçük otogar:
Adıyamana girmeye yakın üniversiteye nasıl gidebileceğimi soruyorum. Kolej arabaları diyorlar. Hatta bir tanesi ben sana yardımcı olurum diyor. Adıyamanda eski garajda bitiyor yolcuğumuz. Kolej arabasını beklemeye başlıyoruz. Araba geliyor ve kısa bir yolculuk sonrası üniversitenin kampüsünün önünde iniveriyoruz. Benle gelen kişi normalde daha ileride inecek olmasına rağmen benle iniyor. Çok teşekkür ediyorum ama bırakmıyor beni. Ara diyor seni alacak kişiyi. O seni almadan bırakamam seni burda diyor. Arıyorum Ahmet hocayı. Labta olduğunu söylüyor sonra minibüste tanıştığım kişiyle vedalaşıp kampüse giriyorum. Ahmet hocayla o sıra kapanan kantinin önünde buluşup laba geçiyoruz. Ahmet hoca genetik çalışıyor. Proje kapsamında anemi ile ilgili deneyleri var. Onlara eşlik ediyorum 12 gibi eve geçiyoruz.
Adıyaman sokakları:
Ahmet hoca nemrut la ilgili tavsiyeler verip hatta benim için birkaç turizm şirketini de arıyor ama burada durum şöyle: Turizm sezonu olmadığı için hergün garanti bir nemrut turu yok. Zaten nemrut a ya güneşin doğuşu için yada batışı için çıkılıyor. Siz isim yazdırıyorsunuz bir şirkete eğer o şirket yeterli bir sayıya ulaşırsa turu düzenliyor.
Adıyaman'da turu beklerken oturduğum kahveden:
Televizyonda alışık olduğum ama içindeyken başka güzel gelen dağlık Adıyaman yolları:
Ertesi sabah ismimi yazdırıp bekliyorum. 2 de kalkması gerekiyor ama soran eden yok. Burada bir karar vermek zorunda kalıyorum. Ya bir gün daha konaklama yerim olmadan adıyaman merkezde kalıcam yada nemruta otostop yapıp gün sonunda nereye ulaşırsam orada bi şekilde bir yerde kalıcam ama içimde de bir huzursuzluk var. Bir gün önce ev arkadaşım olcay ben malatya yakınlarında bir kamyon tamirhanesindeyken arayıp derslerimin silindiğini söylemişti bunu da halletmem gerekiyordu. Ben de tüm bunların sonucu adapazarına dönüş kararımı verdim biraz moralsiz bir şekilde. Zira nemrut dağı bu gezimdeki ana noktalardan hedeflerden biriydi, kendisi yıllardır beni çağırıyordu ve bu kadar yaklaşmışken erişememiştim.
Bölüm 5: Konya - Göreme
Konya plaka bir araç. Sürücü gençlerden. Biraz ilerde duruyor geri geri geliyor. Neresi diyor nevşehir diyorum. Aksaraya gidip bir gün kalıcakmış ertesi gün nevşehir e geçecekmiş. Aksaraya kadar bırakma teklifini kabul ediyorum.
Reklam ajansı var kendisinin il dışına da iş yapıyorlar. Hızlı hızlı gidiyoruz. Bir benzin molasından sonra beni aksarayda bırakıyor. aksarayda biraz yürüdükten sonra nevşehir yol ayrımına girip biraz ilerleyip bir agacın gölgesi altında durup otostopa başlıyorum
15 dakika sonra bir araç duruyor tempra. Karı koca. Şaşırıyorum çünkü daha önce de söyledim aile olan arabalarla ilgili durumu. Alıyorlar beni. Sivasa gidiyorlarmış. Aksaraydaki fen lisesini kazanan çocuklarını okula kayıt ettirmişler evlerine dönüyorlarmış.
Aramasın gözler uzak ülkelerdeki ufukta biten yolları :
Nevşehir in içinde bırakıyorlar beni. Arkadaşım hakan ı arıyorum. O nevşehirli. Göremeye nasıl gidebileceğimi soruyorum. Tarifi aldıktan sonra bankadan para çekiyorum. Ucuz bi çorbacı bulup çorba içtikten sonra göremeye gitmek üzere dolmuş bekliyorum.
Nevşehir:
Dolmuş geliyor. 5 yada 6 liraya gidiyorum göremeye. Göremeye girerken ilk peri bacaları çok garip geliyor. Halbuki bilmiyorum ki göremede manzara çok fena. (Bkz: köyden yarın gelmek) göremenin sırtında bir iki paralı panaromic view mekanlarını geçtikten sonra varıyoruz merkeze. Çantamı sırtlanıp kimseye sormadan sessizce göremeyi keşfetmeye ve yukarıdan bakmak için rampalara sarıyorum.
Dar sokakta bir evin önünde geniş ahşap bir tezgaha yayılmış salçayı görünce şaşırıp fotoğrafını çekiyorum. O ara evdeki teyze sesleniyo. Tomato tomato. Selamın aleyküm diyorum şaşırıyor. J ben seni yabancı zannettim diyor. Yok diyorum teyze türküm. Ahırdaki hayvanları görüyorum ve dayanamayıp seviyorum. Başlıyoruz muhabbete. Belki bundan 40 sene önce onlara mağarada yaşıyolar diye bakıyolardı. Gerçi hala mağarada yaşıyorlar bu gerçeği kimse değiştiremez ama çok doğal. Teyzenin iki oğlu var. Birinin sultanahmette lokantası ve tur şirketi var. Japon la evli. Diğer oğlunun ürgüpte develeri ve turizm şirketi var Alman la evli J dediğim gibi 40 sene önce belki de bu insanlara hor gözlerle mağarada yaşıyorlar diye bakıyorlardı. Salçayı soruyorum. Güneşın ısısıyla kendi kendine yapıyormuş hiç kaynatmıyormuş. Nereye kamp kurabileceğimi, yasak olup olmadığını ve yabani hayvan olup olmadığını soruyorum. Sonra da bana karşıdaki beleş tepeyi gösteriyor. Manzara orada güzel olur diyor. Oraya doğru gidiyorum.
Evet manzara çok güzel.. göreme tahmin ettiğimden de güzel. Aslında ben buraya gelirken pek de birşey beklemiyordum ama şu an tekrar gitmeyi istiyorum. J bu tepede epeyce vakit geçirdikten sonra arka taraflara çadır kurma düşüncesiyle keşfe çıkıyorum ve bir yer buluyorum. Çadırı kurduktan sonra gün batımını izlemek için tekrardan o tepeye gidiyorum. Belime kadar yabani ot olan tarlalardan geçerken farkediyorum ki fotoğraf makinesinin pili bitmiş. J her zaman dediğim gibi hiçbir makine gözün gösterdiğinin yanına yaklaşamaz. Gidip oturuyorum platforma ve göremede yavaş yavaş akşam oluşunu izliyorum. Bel çantam hariç herşey çadırımda ve çadır da 1-2 km ötede. Acaba aşağıya inip bir iki bira yada şarap mı alsam diye düşünüyorum ama bundan hemen vazgeçip çadırıma dönüyorum.
Resmin tam ortasındaki çadırım :
Saat 8 gibi uyumaya çalışıyorum. Evet çok erken ama yapacak birşey yok ayrıca yarın adıyamana doğru uzun bir yolum var. -500 km- ayrıca sabah güneşin doğuşunu da izlemem lazım.
Yine her zamanki gibi sağ elimin altında bıçağım var ve sol elimde biber gazım. Yastık olarak da havlumu ve polarımı kullanıyorum. Gecenin ilerleyen saatlerinde çadırın kenarına bir hayvan geliyor. Ne olduğunu bilmiyorum. Homurtusu, nefes alışverişi ve otlara basarkenki çıkardığı ses beni korkutmaya yetiyor. Nefes bile almadan dinliyorum. Saldırırsa cevap vermeye hazırım. Ama biraz kokladıktan sonra gidiyor.
Sabah karşı henüz gün ağırmamışken karşıdaki yoldaki gürültüler beni uyandırıyor. Sanırım tck yada belediye çalışıyor diye düşünüyorum gürültülerden. Ama gözlüğümü takınca farkediyorum ki gezi balonları bunlar. Günün doğuşuna karşı büyük gürültüyle homurdanıyorlar ama balonlar biraz hava dolunca verdikleri görüntü muhteşem. Karanlığın içinde alete veriilen gazla beraber çıkan alev tüm balonu karpuz lamba gibi yapıyor ve enfes bir görüntü oluşuyor. Sonra karanlıkta çadırımı toplayıp. Terasa- beleş tepeye doğru yürümeye başlıyorum. Gün ağırdıkça ortam kendini belli ediyor. Belki de 50 den 60 dan rahatça fazla balon var etrafta ve bunların oluşturduğu görüntü de muhteşem. Bazı insanlar sanırım sırf onları izlemek için terasa gelmişler. Ellerinde şarap sabahın o saatinde içiyorlar. Belki de onlar için hala akşam. Bilemiyorum. Görüntünün biraz keyfini çıkardıktan sonra göremenin merkezine doğru iniyorum. Geldiğim minibüsle nevşehir e dönüyorum. Nevşehirde orta halli bir mesafe yürüdükten sonra kayseri- malatya yol ayrımına geliyorum. Bir amca var karşıya geçmeye çalışan. Burada bekleme kimse durmaz diyor aşağıya git. Kırmamak için tamam diyorum ama biliyorum ki çoğu yerde insanların kanısının aksine burda araç durmaz demelerine karşın onlarının gözünün önünde araç duruyor ve ben binip gidiyorum. Aynısı ulubey de olmuştu. Ben araca bindiğimde uşağa gitmeye çalışan amca hala araç bekliyodu. Neyse amca karşıya geçerken benim de aracım durmuştu. Daha 2 dk olmamıştı. İlk ettiğim araç ve bingo. Kayseriye kadar bırakabileceğini söylüyor ve kabul ediyorum ama bilmiyordum ki kayseride 4 saatten fazla bekleyeceğimi...
Adıyaman a doğru devamı sonraki bölümde.
Not: bu arada biraz uzun tutuyorum sanırım yazılarımı. Bu yazıda ilk kez kısaltmaya çalıştım. Eğer sıkıntı varsa LCV !
Bölüm 4 : Sonsuz Şükran Köyü - Konya
Beyşehirde otobüs garında araçtan indikten sonra yolun karşısındaki benzinliği görünce canım birden dondurma çekiyor ne alakaysa. Dondurmamı gömerken oradaki abilerle muhabbet ediyorum. Dondurmamı bitirdikten sonra arkadaki tuvaletten su şişemi doldurup yolun kenarına çıkıp konyaya doğru hem yürüyüp hem de otostop çekmeye başlıyorum. Birkaç kamyon bir kaç araç geçiyor. Yürürken yolun kenarında gölgelik bi yer arıyorum. Saçak olur, ağaç olur yok. Gözüme ilerideki benzinliği kestiriyorum. O sıra bir 4 kapı ford transit duruyor. Sağ koltukta yaşlı bir kadını görünce şaşırıyorum. Çünkü genelde içinde aile olan araçlara otostop çekmiyorum farketmeden çeksem de onlar durmuyor zaten. Ben yanımda eşim varken bir otostopçu alır mıyım bilemiyorum. Onu yeterince süzmem gerekir sanırım. Neyse sol tarafa direksiyondaki abinin yanına geçiyorum. Selamlaşıyoruz. Konyaya gittiğimi söylüyorum. Arabanın arkası dolu ama sıkışırsan gel diyorum. İçimden abicim tek ayakta bile giderim diyorum ama ona belli etmiyorum. Çantamı arabanın kasasına minibüsün kasasına atıp arka koltuğa battaniyelerin yanına oturuyorum. Kendimi tanıtıyorum. Abim de kendini tanıtıyor. İzmir den gelip Hakkariye gidiyorlarmış. Konya’da bir tanıdıklarına uğrayacaklarmış. Yandaki annesiymiş. Teyzem Türkçe bilmiyor ama sonsuz Kürt misafirperverliğiyle çay uzatıyor bana. Teşekkür ediyorum içiyorum. Bir de bayram şekeri veriyor sağolsun. Yaklaşık 100 km kadar uzakta konya. Biraz muhabbet ediyoruz. Politika yapıyoruz ama nedense ülke kurtulmuyor dertten J diğer bir çok yer gibi benim konyaya ilk kez gelişim. Direksiyondaki abim daha önce de 2-3 sefer gelmiş ama otobüsle. Konyaya bir tepeden giriyoruz tüm konya ayaklarımızın altında. Hani deniz kenarında yaşanların denizden uzakta yaşamalarını mümkün görememeleri var ya. Ben de biraz o kesimdeydim ama konyayı o tepeden görünce sanki denize bakmış gibi oldum. Kocaman bir düzlük ve alabildiğince yapı. İstanbul büyük evet ama engebeli arazisinden dolayı bunun pek farkına varamıyoruz görsel olarak. Bence eğer istanbul böyle bir düzlükte olsaydı sagdan sola buradan ufka kadar gözün göremeyeceği kadar uzanırdı. Abimin araçla ilk kez gelişi olduğu için onun da manzara çok hoşuna gitti ve durup fotoğraf çektik. Sonra şehir içine girdik. Bir kaç trafik ışığı geçtikten sonra sağa parkettiler. Tanıdıklarıyla burada bulaşacaklardı. Ben de çok çok teşekkür ederek çantamı yüklenip yürümeye başladım. Bir internet kafe buldum. Cs den hostumla irtibata geçtiğimde il dışına çıktığını söylemişti. Onun için başka bir host bulmam gerekiyordu. Acil olarak bir kaç çırpındım. Sonra kalkıp Hz. Mevlana müzesini sorup o yönde yürümeye başladım. Şehirler hakkında çok fazla bilgi toplamadan gidiyorum. Mesela konya merkeze gelmemin sebebi Hz. Mevlana Müzesi idi. Fakat ona doğru giderken Alaeddin Keykubat Camii ni gördüm ve içeri girdim. Taş ve ahşap işçiliği harikaydı. Hastasıyım. Daha sonra ordan çıkıp Hz. Mevlana müzesine insanlara sorarak gitmeye çalıştım. İnsanlardaki mesafe duygusuna güvenmediğim için ileride başka birisine tekrar sorduğumda müzeyi arkamda bıraktığımı söyledi. Peki buralarda başka bir yer var mı görülecek diye sorduğumda. İnce minareli Medrese yi söyledi. Oraya doğru gittim. Eğer burayı bilseydim gelmeden bu kadar sevinmezdim. Dediğim gibi taş işçiliğinin hastasıyım ve bu caminin girişi ve minaresi muhteşem ötesi. Kesinlikle gidin görün. Her odacıkta farklı taş ve ahşap eserler var onlar da kapı kadar olmasa da bi hayli güzeller. İçeride ayrıca Selçuklu’nun simgesi çift başlı kartal da var. Bu simge ayrıca gördüğüm üzere konya büyükşehir belediyesinin de simgesi. Buradan azım açık bir şekilde çıkıp Hz. Mevlana müzesine doğru yürüyorum. İş bankasının orda sağa girip valiliği geçiyorum ve karşımda. Giriş için 3 lira veriyorum. Saçma geliyor. İlgincime giden bir başka şey ise çok fazla yabancı turist olması. Ortada bir sufi felsefesi ve Hz. Mevlana var. Tabi ya şimdi bunları yazarken zat ın o ünlü sözü aklıma geliyor. “ne olursan ol gel” . içerideki manevi hava çok farklı. Bu müzenin görmeye en değer yerleri ve parçaları fotoğraf ve kamera kaydına kapalı. Bence bu çok iyi. Çünkü merak edenlerin gidip görmesi için bir vesile ama aynı zamanda şöyle bir gerçek de var. Hiç bir kamera yada makine gözün gördüğünden güzel göstermiyor. İçeriyi geziyorum. Görevliler kapanış saatinin geldiğini söylüyorlar ve dışarı çıkıyorum. Bahçenin en ücra kısmındaki mezarların başında da Fatiha okuduktan sonra su şişemi bahçedeki çeşmeden doldurup oradan ayrılıyorum. Csteki acil ilanıma telefonumu bırakmıştım ama arayan soran yok. Aleaddin camiinin ordaki parkta mı yatsam diye düşünüyorum ama hem yorgunum hem de sıcak bir duşa ihtiyacım var zira yola çıkalı çok gün olmamasına rağmen yeterince tozu toprağı yedim. Müzenin yakınlarında bir otel odası tutuyorum. 45 diyor önce yap bişey diyorum. 35 diyor. 30 veririm diyorum. Tamam diyor. Sıcak su var şahane. Ayrıca tv. Önce çıkınımdan konservemi çıkarıyorum. Sanırım o gün başka birşey yemedim. Onu da yedikten sonra tişörtlerimi çoraplarımı yıkayıp sonra da kendim yıkanıp kendimi çarşıya atıyorum. Pek birşey beklemiyorum konyadan yada herhangi bir yerden. Şehirleri görmeye çıkmadım çünkü ben yola. Her yerde bir hedefim var şehirden oldukça uzak. Zaten Hz. Mevlana nın müzesinin duvarının yanında küfürleşenleri görünce bu müzenin de aslında şehirden ne kadar uzakta olduğunu anlıyorum. Alışmış adamlar heralde Hz. Mevlana gibi birinin orada yatıyor olmasına. Alışmamış götte don durmaz. Acaba türkler Mekke de falan olsa nasıl olurdu? Tekrar internet kafeye gidiyorum. Nemrut ve adıyaman için host var mı diye. Nedense herkesin işi çıkmış J sonra şehirde bir bankta biraz oturup insanları izledikten sonra yorgun olduğumdan mütevelli otele dönüyorum. Otelde tv izlerken Adıyamandaki hostum arıyor. Ahmet Hoca. Adıyaman için birşeyler bulup bulmadığımı soruyor. Yok diyorum tamam diyor bende kal. Çok teşekkür ediyorum. O gece yolda tanıştığım insanlara ve Kemal e atmak üzere aldığım kartpostalları yazıyorum. Ertesi gün şehirden ayrılırken postaneden yollicam. Sabah uyanıyorum. Eşyalarımı topluyorum ama not defterim yok. Not defterimde tüm şehirlerle ilgili gerekli iletişim bilgileri, günlüğüm, tanıştığım insanların kartvizitleri, kartpostallar.. hepsi gitti. Otel odasında kayboldu yatagın altına bakıyorum yok. Orda yok burda yok. O kadar dışarda kaldık birşey olmadı sen kalk otel odasında kaybet. Ben de anlamadım.
Otelden çıkıp merkeze gidiyorum yürüyerek. Trafik polisine nevşehir çıkışının ne tarafta olduğunu soruyorum. Gösteriyor. Yürüyerek gidip gidemeyeceğimi soruyorum. Uzak olduğu için otobüsü tavsiye ediyor. Biraz ilerideki durağa geçip. 2. Sanayi otobüsüne biniyorum. Para geçiyor mu diye sorarken önümdeki adam kartını okutuyor. Para vermek istiyorum. Kabul etmiyor. Teşekkür ediyorum.
Otostop çekeceğim noktaya gelince iniyorum. Çantamı yere koyup başlıyorum otostopa yaklaşık 10 dk sonra bir araç duruyor.
Devamı bir sonraki bölümde...
Bunu çok sevdim; Sokaktaki elektrik kutularındaki işçilik:
Müze(Gece) :
Konya'dan ayrılırken :
Otel odam :
Sizce? :
464 milyarlık hela inşaatı :
İnce Minareli Medrese(Kubbe) :
İki Başlı Kartal :
Müze Planı :
Hastasıyım:
Saygıyla eğilmekten başka yapacak birşey yok, bir de ağzı kaslarını kontrol etmek lazım (İnce Minareli Medrese):
İnce Minare :
İnce Minareli Medrese :
Bedava su mantığı :
Fıskiye modernliğin simgesi ama ben böyle birşey görmedim :
Alaeddin Keykubat Camii :
Temiz Konya!? :
Sanırım kasa(AKC) :
AKC 'nde Ahşap Minber deki sanat :
AKC :
Bitiyorum :
Konya'ya girerken :
AKC :
Konya'ya girerken :
Kasadaki çanta :
Konya :
İpek Yolu :
Çavuş'tan Ayrılırken :
Çavuştan Ayrılırken :
İpek Yolu'na çizgi çekiyorlarken :