Beyşehirde otobüs garında araçtan indikten sonra yolun karşısındaki benzinliği görünce canım birden dondurma çekiyor ne alakaysa. Dondurmamı gömerken oradaki abilerle muhabbet ediyorum. Dondurmamı bitirdikten sonra arkadaki tuvaletten su şişemi doldurup yolun kenarına çıkıp konyaya doğru hem yürüyüp hem de otostop çekmeye başlıyorum. Birkaç kamyon bir kaç araç geçiyor. Yürürken yolun kenarında gölgelik bi yer arıyorum. Saçak olur, ağaç olur yok. Gözüme ilerideki benzinliği kestiriyorum. O sıra bir 4 kapı ford transit duruyor. Sağ koltukta yaşlı bir kadını görünce şaşırıyorum. Çünkü genelde içinde aile olan araçlara otostop çekmiyorum farketmeden çeksem de onlar durmuyor zaten. Ben yanımda eşim varken bir otostopçu alır mıyım bilemiyorum. Onu yeterince süzmem gerekir sanırım. Neyse sol tarafa direksiyondaki abinin yanına geçiyorum. Selamlaşıyoruz. Konyaya gittiğimi söylüyorum. Arabanın arkası dolu ama sıkışırsan gel diyorum. İçimden abicim tek ayakta bile giderim diyorum ama ona belli etmiyorum. Çantamı arabanın kasasına minibüsün kasasına atıp arka koltuğa battaniyelerin yanına oturuyorum. Kendimi tanıtıyorum. Abim de kendini tanıtıyor. İzmir den gelip Hakkariye gidiyorlarmış. Konya’da bir tanıdıklarına uğrayacaklarmış. Yandaki annesiymiş. Teyzem Türkçe bilmiyor ama sonsuz Kürt misafirperverliğiyle çay uzatıyor bana. Teşekkür ediyorum içiyorum. Bir de bayram şekeri veriyor sağolsun. Yaklaşık 100 km kadar uzakta konya. Biraz muhabbet ediyoruz. Politika yapıyoruz ama nedense ülke kurtulmuyor dertten J diğer bir çok yer gibi benim konyaya ilk kez gelişim. Direksiyondaki abim daha önce de 2-3 sefer gelmiş ama otobüsle. Konyaya bir tepeden giriyoruz tüm konya ayaklarımızın altında. Hani deniz kenarında yaşanların denizden uzakta yaşamalarını mümkün görememeleri var ya. Ben de biraz o kesimdeydim ama konyayı o tepeden görünce sanki denize bakmış gibi oldum. Kocaman bir düzlük ve alabildiğince yapı. İstanbul büyük evet ama engebeli arazisinden dolayı bunun pek farkına varamıyoruz görsel olarak. Bence eğer istanbul böyle bir düzlükte olsaydı sagdan sola buradan ufka kadar gözün göremeyeceği kadar uzanırdı. Abimin araçla ilk kez gelişi olduğu için onun da manzara çok hoşuna gitti ve durup fotoğraf çektik. Sonra şehir içine girdik. Bir kaç trafik ışığı geçtikten sonra sağa parkettiler. Tanıdıklarıyla burada bulaşacaklardı. Ben de çok çok teşekkür ederek çantamı yüklenip yürümeye başladım. Bir internet kafe buldum. Cs den hostumla irtibata geçtiğimde il dışına çıktığını söylemişti. Onun için başka bir host bulmam gerekiyordu. Acil olarak bir kaç çırpındım. Sonra kalkıp Hz. Mevlana müzesini sorup o yönde yürümeye başladım. Şehirler hakkında çok fazla bilgi toplamadan gidiyorum. Mesela konya merkeze gelmemin sebebi Hz. Mevlana Müzesi idi. Fakat ona doğru giderken Alaeddin Keykubat Camii ni gördüm ve içeri girdim. Taş ve ahşap işçiliği harikaydı. Hastasıyım. Daha sonra ordan çıkıp Hz. Mevlana müzesine insanlara sorarak gitmeye çalıştım. İnsanlardaki mesafe duygusuna güvenmediğim için ileride başka birisine tekrar sorduğumda müzeyi arkamda bıraktığımı söyledi. Peki buralarda başka bir yer var mı görülecek diye sorduğumda. İnce minareli Medrese yi söyledi. Oraya doğru gittim. Eğer burayı bilseydim gelmeden bu kadar sevinmezdim. Dediğim gibi taş işçiliğinin hastasıyım ve bu caminin girişi ve minaresi muhteşem ötesi. Kesinlikle gidin görün. Her odacıkta farklı taş ve ahşap eserler var onlar da kapı kadar olmasa da bi hayli güzeller. İçeride ayrıca Selçuklu’nun simgesi çift başlı kartal da var. Bu simge ayrıca gördüğüm üzere konya büyükşehir belediyesinin de simgesi. Buradan azım açık bir şekilde çıkıp Hz. Mevlana müzesine doğru yürüyorum. İş bankasının orda sağa girip valiliği geçiyorum ve karşımda. Giriş için 3 lira veriyorum. Saçma geliyor. İlgincime giden bir başka şey ise çok fazla yabancı turist olması. Ortada bir sufi felsefesi ve Hz. Mevlana var. Tabi ya şimdi bunları yazarken zat ın o ünlü sözü aklıma geliyor. “ne olursan ol gel” . içerideki manevi hava çok farklı. Bu müzenin görmeye en değer yerleri ve parçaları fotoğraf ve kamera kaydına kapalı. Bence bu çok iyi. Çünkü merak edenlerin gidip görmesi için bir vesile ama aynı zamanda şöyle bir gerçek de var. Hiç bir kamera yada makine gözün gördüğünden güzel göstermiyor. İçeriyi geziyorum. Görevliler kapanış saatinin geldiğini söylüyorlar ve dışarı çıkıyorum. Bahçenin en ücra kısmındaki mezarların başında da Fatiha okuduktan sonra su şişemi bahçedeki çeşmeden doldurup oradan ayrılıyorum. Csteki acil ilanıma telefonumu bırakmıştım ama arayan soran yok. Aleaddin camiinin ordaki parkta mı yatsam diye düşünüyorum ama hem yorgunum hem de sıcak bir duşa ihtiyacım var zira yola çıkalı çok gün olmamasına rağmen yeterince tozu toprağı yedim. Müzenin yakınlarında bir otel odası tutuyorum. 45 diyor önce yap bişey diyorum. 35 diyor. 30 veririm diyorum. Tamam diyor. Sıcak su var şahane. Ayrıca tv. Önce çıkınımdan konservemi çıkarıyorum. Sanırım o gün başka birşey yemedim. Onu da yedikten sonra tişörtlerimi çoraplarımı yıkayıp sonra da kendim yıkanıp kendimi çarşıya atıyorum. Pek birşey beklemiyorum konyadan yada herhangi bir yerden. Şehirleri görmeye çıkmadım çünkü ben yola. Her yerde bir hedefim var şehirden oldukça uzak. Zaten Hz. Mevlana nın müzesinin duvarının yanında küfürleşenleri görünce bu müzenin de aslında şehirden ne kadar uzakta olduğunu anlıyorum. Alışmış adamlar heralde Hz. Mevlana gibi birinin orada yatıyor olmasına. Alışmamış götte don durmaz. Acaba türkler Mekke de falan olsa nasıl olurdu? Tekrar internet kafeye gidiyorum. Nemrut ve adıyaman için host var mı diye. Nedense herkesin işi çıkmış J sonra şehirde bir bankta biraz oturup insanları izledikten sonra yorgun olduğumdan mütevelli otele dönüyorum. Otelde tv izlerken Adıyamandaki hostum arıyor. Ahmet Hoca. Adıyaman için birşeyler bulup bulmadığımı soruyor. Yok diyorum tamam diyor bende kal. Çok teşekkür ediyorum. O gece yolda tanıştığım insanlara ve Kemal e atmak üzere aldığım kartpostalları yazıyorum. Ertesi gün şehirden ayrılırken postaneden yollicam. Sabah uyanıyorum. Eşyalarımı topluyorum ama not defterim yok. Not defterimde tüm şehirlerle ilgili gerekli iletişim bilgileri, günlüğüm, tanıştığım insanların kartvizitleri, kartpostallar.. hepsi gitti. Otel odasında kayboldu yatagın altına bakıyorum yok. Orda yok burda yok. O kadar dışarda kaldık birşey olmadı sen kalk otel odasında kaybet. Ben de anlamadım.
Otelden çıkıp merkeze gidiyorum yürüyerek. Trafik polisine nevşehir çıkışının ne tarafta olduğunu soruyorum. Gösteriyor. Yürüyerek gidip gidemeyeceğimi soruyorum. Uzak olduğu için otobüsü tavsiye ediyor. Biraz ilerideki durağa geçip. 2. Sanayi otobüsüne biniyorum. Para geçiyor mu diye sorarken önümdeki adam kartını okutuyor. Para vermek istiyorum. Kabul etmiyor. Teşekkür ediyorum.
Otostop çekeceğim noktaya gelince iniyorum. Çantamı yere koyup başlıyorum otostopa yaklaşık 10 dk sonra bir araç duruyor.
Devamı bir sonraki bölümde...
Bunu çok sevdim; Sokaktaki elektrik kutularındaki işçilik:
Müze(Gece) :
Konya'dan ayrılırken :
Otel odam :
Sizce? :
464 milyarlık hela inşaatı :
İnce Minareli Medrese(Kubbe) :
İki Başlı Kartal :
Müze Planı :
Hastasıyım:
Saygıyla eğilmekten başka yapacak birşey yok, bir de ağzı kaslarını kontrol etmek lazım (İnce Minareli Medrese):
İnce Minare :
İnce Minareli Medrese :
Bedava su mantığı :
Fıskiye modernliğin simgesi ama ben böyle birşey görmedim :
Alaeddin Keykubat Camii :
Temiz Konya!? :
Sanırım kasa(AKC) :
AKC 'nde Ahşap Minber deki sanat :
AKC :
Bitiyorum :
Konya'ya girerken :
AKC :
Konya'ya girerken :
Kasadaki çanta :
Konya :
İpek Yolu :
Çavuş'tan Ayrılırken :
Çavuştan Ayrılırken :
İpek Yolu'na çizgi çekiyorlarken :
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder