Konya plaka bir araç. Sürücü gençlerden. Biraz ilerde duruyor geri geri geliyor. Neresi diyor nevşehir diyorum. Aksaraya gidip bir gün kalıcakmış ertesi gün nevşehir e geçecekmiş. Aksaraya kadar bırakma teklifini kabul ediyorum.
Reklam ajansı var kendisinin il dışına da iş yapıyorlar. Hızlı hızlı gidiyoruz. Bir benzin molasından sonra beni aksarayda bırakıyor. aksarayda biraz yürüdükten sonra nevşehir yol ayrımına girip biraz ilerleyip bir agacın gölgesi altında durup otostopa başlıyorum
15 dakika sonra bir araç duruyor tempra. Karı koca. Şaşırıyorum çünkü daha önce de söyledim aile olan arabalarla ilgili durumu. Alıyorlar beni. Sivasa gidiyorlarmış. Aksaraydaki fen lisesini kazanan çocuklarını okula kayıt ettirmişler evlerine dönüyorlarmış.
Aramasın gözler uzak ülkelerdeki ufukta biten yolları :
Nevşehir in içinde bırakıyorlar beni. Arkadaşım hakan ı arıyorum. O nevşehirli. Göremeye nasıl gidebileceğimi soruyorum. Tarifi aldıktan sonra bankadan para çekiyorum. Ucuz bi çorbacı bulup çorba içtikten sonra göremeye gitmek üzere dolmuş bekliyorum.
Nevşehir:
Dolmuş geliyor. 5 yada 6 liraya gidiyorum göremeye. Göremeye girerken ilk peri bacaları çok garip geliyor. Halbuki bilmiyorum ki göremede manzara çok fena. (Bkz: köyden yarın gelmek) göremenin sırtında bir iki paralı panaromic view mekanlarını geçtikten sonra varıyoruz merkeze. Çantamı sırtlanıp kimseye sormadan sessizce göremeyi keşfetmeye ve yukarıdan bakmak için rampalara sarıyorum.
Dar sokakta bir evin önünde geniş ahşap bir tezgaha yayılmış salçayı görünce şaşırıp fotoğrafını çekiyorum. O ara evdeki teyze sesleniyo. Tomato tomato. Selamın aleyküm diyorum şaşırıyor. J ben seni yabancı zannettim diyor. Yok diyorum teyze türküm. Ahırdaki hayvanları görüyorum ve dayanamayıp seviyorum. Başlıyoruz muhabbete. Belki bundan 40 sene önce onlara mağarada yaşıyolar diye bakıyolardı. Gerçi hala mağarada yaşıyorlar bu gerçeği kimse değiştiremez ama çok doğal. Teyzenin iki oğlu var. Birinin sultanahmette lokantası ve tur şirketi var. Japon la evli. Diğer oğlunun ürgüpte develeri ve turizm şirketi var Alman la evli J dediğim gibi 40 sene önce belki de bu insanlara hor gözlerle mağarada yaşıyorlar diye bakıyorlardı. Salçayı soruyorum. Güneşın ısısıyla kendi kendine yapıyormuş hiç kaynatmıyormuş. Nereye kamp kurabileceğimi, yasak olup olmadığını ve yabani hayvan olup olmadığını soruyorum. Sonra da bana karşıdaki beleş tepeyi gösteriyor. Manzara orada güzel olur diyor. Oraya doğru gidiyorum.
Evet manzara çok güzel.. göreme tahmin ettiğimden de güzel. Aslında ben buraya gelirken pek de birşey beklemiyordum ama şu an tekrar gitmeyi istiyorum. J bu tepede epeyce vakit geçirdikten sonra arka taraflara çadır kurma düşüncesiyle keşfe çıkıyorum ve bir yer buluyorum. Çadırı kurduktan sonra gün batımını izlemek için tekrardan o tepeye gidiyorum. Belime kadar yabani ot olan tarlalardan geçerken farkediyorum ki fotoğraf makinesinin pili bitmiş. J her zaman dediğim gibi hiçbir makine gözün gösterdiğinin yanına yaklaşamaz. Gidip oturuyorum platforma ve göremede yavaş yavaş akşam oluşunu izliyorum. Bel çantam hariç herşey çadırımda ve çadır da 1-2 km ötede. Acaba aşağıya inip bir iki bira yada şarap mı alsam diye düşünüyorum ama bundan hemen vazgeçip çadırıma dönüyorum.
Resmin tam ortasındaki çadırım :
Saat 8 gibi uyumaya çalışıyorum. Evet çok erken ama yapacak birşey yok ayrıca yarın adıyamana doğru uzun bir yolum var. -500 km- ayrıca sabah güneşin doğuşunu da izlemem lazım.
Yine her zamanki gibi sağ elimin altında bıçağım var ve sol elimde biber gazım. Yastık olarak da havlumu ve polarımı kullanıyorum. Gecenin ilerleyen saatlerinde çadırın kenarına bir hayvan geliyor. Ne olduğunu bilmiyorum. Homurtusu, nefes alışverişi ve otlara basarkenki çıkardığı ses beni korkutmaya yetiyor. Nefes bile almadan dinliyorum. Saldırırsa cevap vermeye hazırım. Ama biraz kokladıktan sonra gidiyor.
Sabah karşı henüz gün ağırmamışken karşıdaki yoldaki gürültüler beni uyandırıyor. Sanırım tck yada belediye çalışıyor diye düşünüyorum gürültülerden. Ama gözlüğümü takınca farkediyorum ki gezi balonları bunlar. Günün doğuşuna karşı büyük gürültüyle homurdanıyorlar ama balonlar biraz hava dolunca verdikleri görüntü muhteşem. Karanlığın içinde alete veriilen gazla beraber çıkan alev tüm balonu karpuz lamba gibi yapıyor ve enfes bir görüntü oluşuyor. Sonra karanlıkta çadırımı toplayıp. Terasa- beleş tepeye doğru yürümeye başlıyorum. Gün ağırdıkça ortam kendini belli ediyor. Belki de 50 den 60 dan rahatça fazla balon var etrafta ve bunların oluşturduğu görüntü de muhteşem. Bazı insanlar sanırım sırf onları izlemek için terasa gelmişler. Ellerinde şarap sabahın o saatinde içiyorlar. Belki de onlar için hala akşam. Bilemiyorum. Görüntünün biraz keyfini çıkardıktan sonra göremenin merkezine doğru iniyorum. Geldiğim minibüsle nevşehir e dönüyorum. Nevşehirde orta halli bir mesafe yürüdükten sonra kayseri- malatya yol ayrımına geliyorum. Bir amca var karşıya geçmeye çalışan. Burada bekleme kimse durmaz diyor aşağıya git. Kırmamak için tamam diyorum ama biliyorum ki çoğu yerde insanların kanısının aksine burda araç durmaz demelerine karşın onlarının gözünün önünde araç duruyor ve ben binip gidiyorum. Aynısı ulubey de olmuştu. Ben araca bindiğimde uşağa gitmeye çalışan amca hala araç bekliyodu. Neyse amca karşıya geçerken benim de aracım durmuştu. Daha 2 dk olmamıştı. İlk ettiğim araç ve bingo. Kayseriye kadar bırakabileceğini söylüyor ve kabul ediyorum ama bilmiyordum ki kayseride 4 saatten fazla bekleyeceğimi...
Adıyaman a doğru devamı sonraki bölümde.
Not: bu arada biraz uzun tutuyorum sanırım yazılarımı. Bu yazıda ilk kez kısaltmaya çalıştım. Eğer sıkıntı varsa LCV !
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder