insan, doğanın yere döktüğü birer kırıntı...

yaşadı, gün doğumundan geceye

yalvardı,

kirli bi ırmak olup,
engin bir denize varıncaya kadar.

Orada mıyım?

25 Ocak 2012 Çarşamba

Bölüm 6: Göreme - Adıyaman

Bu kadar fazla balonu görünce şaşırdığımı söylüyorum ve abi ekliyor “100 e yakın balon şirketi var.” Bunu duyunca şaşırıyorum çünkü birçok şirketin 1den fazla balonu var.

-Hani göremede çadırımı kurduktan sonra günbatımını izlemek için tepeye doğru giderken fotoğraf makinemin pili bitmişti ya; heh hala pil yok. Yaklaşık 500 km yani adıyaman a kadar pilim yok. Hep yolda olduğum için alma fırsatım olmadı ne yazıkki. Ve ki bu sebeptendir bu kısımda çok fotoğraf yok. Olanlar da pilin son zerreleriyle çekilmiş olanlar.-

Abim beni kayserinin girişinde bir dörtyolda bıraktıktan sonra kırmızı ışıkta duran bir traktöre yolu sordum malatya tarafını, gösterdi ve o yöne doğru yürümeye başladım. A çok güzel bol bol kamyon var rahatım şimdi bi 10 20 dakika sonra alırlar diye düşünürken ilerideki bariyerin kenarına gidip yaslanıyorum. O ara bir sucuk plasiyeri duruyor. Telefonda konuşurken arabaya çağırıyor. Diyorum ben malatya tarafına gidicem. Oo diyor bırakayım seni otogara, diyorum ben otobüs kullanmıyorum. Otostopla gidiyorum. Duyunca şaşırıyor. Biraz da özeniyor. 2 küçük çocuğu var yeni eve taşınmış, sıkıntılı dönemler tabi haklı olarak.

Biraz ileride bırakıyor yol ayrımında. Burası sanırım toki nin alanı ve kayserinin oldukça dışı gibi duruyor. Ve kötü haber: yolun geliş tarafı asfaltlanıyor. Bu neden kötü? Kötü çünkü bu durumda yol git-gel toplam 2 şerit ve araçların durabilmesi için uygun bir yer yok. Ama gitmek zorunda olduğum için ileriye doğru yürüyorum hiç düşünmeden. Yolu asfaltlayan bir gurup işçi hello hello diyerek bana sesleniyor içecek işareti yapıyorlar. Yolu kontrol edip karşıya yanlarına geçiyorum.

Selamın aleyküm deyince şaşırıyorlar, aleyküm selam diyorlar. 15 kadar kişinin elini tek tek sıkıyorum. Şaşırıyorlar. Seni yabancı zannettik diyorlar. Yok diyorum türküm. Çay içermisin diyorlar, olur diyorum ama bakıyorlarki çay bitmiş. Sorun etmiyorum. Burası tehlikeli araçların durması için diyorum asfaltlama nerde bitiyor diye sorduğumda kendi aralarında hesaplayıp 20-30 km kadar uzakta diyorlar şimdi hatırlamıyorum. Biraz hayalkırıklığına uğruyorum, hergün aşağı yukarı 10 km yürüyorum ama 20-30 kmlik bir mesafeyi güneşin altında ve en kötüsü dar bir yolda kaza korkusuyla yürümek oldukça sıkıntılı bir iş. Akşama yemeğe kal diyorlar. Yok diyorum akşama çok var, benim gitmem lazım. Tamam diyorlar. Vedalaşıyorum.

Biraz yürüdükten sonra yolun kenarında bir açıklık görüyorum ve çantamı yere indirip, inşaat şirketinin kamyonetinin gölgesine ilişiyorum. Günün ilk lokmasını yemek üzere çantamdan bisküvi çıkartıyorum. Kamyonetin gölgesinde yiyiveriyorum. Hala rahatım, biraz geniş bir yer buldum ya tır da çok geçiyor burda rahat bulurum bir araç düşüncesindeyim. Ama pek de öyle olmuyor.

Birşeyler yedikten sonra ayağa kalkıyorum, başlıyorum otostopa. Duran yok. Araçların bir çoğu zaten 38 plakalı. Böyle olunca insanın içini biraz hayalkırıklığı sarıyor. Bu otostopu ilk yaptığımda biraz bekleyip te araç bulamayınca çok kötü oluyordum ama şimdi bu yerini hafif bir hayalkırıklığına bıraktı ama biliyorum ki er geç biri duracak. Bu durumdayken birşeylerin ters gittiğini ve neyin ters gittiğini bulma düşüncesi sarıyor zihnimi. Bakıyorum. Çantam çok geride bu iyi birşey değil onu hemen şoförlerin görebileceği bir yere koyuyorum. Otostop çeken kişinin görüntüsüyle ilgili şeyleri sedos un blogunda yazmıştım. Yine düşünürken farkediyorum ki sakallarım uzamış. Bu bir otostopçu için hiç hoş değil.

Kayseriye varalı 3 saati geçerken ve hala araç bulamamışken beklediğim açıklıkta ileride bir tır duruyor. Sevinçle ve koşarak gidiyorum. Selam veriyorum ama selam alamıyorum. Diyorum abicim boş yer var mı ben adıyaman a gidiyorum. Kafasını kaldırmadan alet çantasıyla uğraşırken ben elbistana gidiyorum diyor. Tamam sağol diyorum. Kolay gelsin, vites çubuğu bozulmuş onu tamir ediyormuş.

Kötü hissediyorum bir çok sebepten; ulan bu kadar iyi niyetliyken yüzüne bakılmamayı, selamına cevap verilmemeyi hakedecek kadar kötü müyüm? Yada bunu yapacak kadar kötü mü dünya?

Diğer kötü hissetme sebebim ise elbistan ın nerde olduğunu bilmemem. Belki de adıyaman a malatyadan daha yakın ve ben bunu bilmiyorum. Bilsem adama biraz diretebilirdim. Ama 2 dk sonra düşünüyorum ki, iyi ki bilmiyorum. Çünkü beni almak istemeyen birinin aracına rızasızca binmek bana da rahatsızlık verirdi.

Bozuk tır tamir olup gidiyor. Yarım saat kadar daha geçiyor ve bir minibüs duruyor. 21 plaka. J bu kısa gezide bana en çok duran plaka. Halbuki o şehrin yakınına bile gitmemişken ve türkiyenin geri kalanı onlar hakkında bunları söylerken.

Abim fındık işçilerini taşıyormuş. Boş dönüyor. İlerideki kavşağa bırakabileceğini söylüyor. 3,5 saat beklemeden sonra 5 km lik bir otostop bile çok iyi geliyor. Özellikle düşük ruh haline.

Biraz fındık veriyor. Kavşakta iniyorum. Kavşağı geçiyorum, yokuşu çıkıyorum. İleride trafik ışığı var onu biraz geçiyorum ve beklemeye başlıyorum. Hala kayserideyim ama kayserinin oldukça dışı denebilecek biryer. 2 saat belki de daha fazla bir süre sonra bir kamyon duruyor. Bmc profesyonel. Malatyaya gidiyormuş. Adıyaman deyince malatyaya kadar bırakabileceğini söylüyor.

Biniyorum. Ayağımın altında 2-3 çuval patates. Ayakkabımı çıkartıyorum. Başlıyoruz muhabbete, amcanın oğlu savcı. Sigara uzattığımda ben içmiyorum diyor. Bak sen gençsin sen de içmesen iyi olur diyor. Anlatıyorum. Defalarca bırakmaya çalışıp bırakamadığımı. Bana kağıttan külah yapıyor. Külünü buna koy. Sakın izmaritini atma diyor tam ben atacakken. Utanıyorum çok fena. “kimi diyor atıyor böyle izmaritleri, hadi buralar bozkır ama burda atınca alışkanlık yapıyor sonra orman yolundayken hiç farketmeden atıyorlar o zaman ormanlar kül oluyor.” Sus pus oluyorum. 350 kmlik yolu 6 saatten fazla sürede alıyoruz. Yolda sanayiye girip tamirat yaptırıyoruz. Sonra amca başka bir yerde kavurma ısmarlıyor. Malatyaya girerken adıyaman sapağında hava kararmışken beni bırakıyor. elini öpüp vedalaşıyorum.

Beni Malatya'ya bırakan, 100 lerce km seyahat ettiğim kamyondan yegane kare:

Burada trafik çok olduğu için rahatım ama havanın kararmış olması beni biraz geriyor ayrıca bilmediğim bir coğrafyadayım. Evden de biraz uzaktayım. Otostop çekmeye başlamışken adıyamana giden bir yolcu minibusu duruyor. Ben durdurmuyorum ama duruyor. Kaç para diye soruyorum. 15 diyor. Yok diyorum sağol. Geri çekiliyorum. Şoför hemen çıkıyor dışarı. “yahu biz canavar mıyız kaçıyorsun hemen paran yoksa vermessin nolacak diyor. Tamam diyorum 10 lira veriyorum ama sanırım ömrümde bu kadar hiç utanmamıştım.”

Wolkswagen volt. Kapı kenarında tek koltuktayım. Belli bir süre sonra bir yerde mola veriyoruz. Mola yeri gibi biryer. Alabalıkçı var, market, kahve falan. Aynı şekilde adıyamandan gelip malatyaya giden araç ta durmuş. Bir 15 dakikalık molanın ardından devam ediyoruz.

Arkamdaki abi omzuma dokunup üzüm uzatıyor. Yermisin diyor. Önce teşekkür ediyorum ama ısrar edince yiyorum. Hiç buraların üzümüne benzemiyor. Kocaman taneli. Ayrıca yahu bir anlat bakalım biz seni tanımak istiyoruz diyor meraklı gözlerle. Başlıyorum anlatmaya durumları...

Adıyaman'da tütün tarlaları:

Kurumaya bırakılmış tütün:

Adıyaman'daki küçük otogar:

Adıyamana girmeye yakın üniversiteye nasıl gidebileceğimi soruyorum. Kolej arabaları diyorlar. Hatta bir tanesi ben sana yardımcı olurum diyor. Adıyamanda eski garajda bitiyor yolcuğumuz. Kolej arabasını beklemeye başlıyoruz. Araba geliyor ve kısa bir yolculuk sonrası üniversitenin kampüsünün önünde iniveriyoruz. Benle gelen kişi normalde daha ileride inecek olmasına rağmen benle iniyor. Çok teşekkür ediyorum ama bırakmıyor beni. Ara diyor seni alacak kişiyi. O seni almadan bırakamam seni burda diyor. Arıyorum Ahmet hocayı. Labta olduğunu söylüyor sonra minibüste tanıştığım kişiyle vedalaşıp kampüse giriyorum. Ahmet hocayla o sıra kapanan kantinin önünde buluşup laba geçiyoruz. Ahmet hoca genetik çalışıyor. Proje kapsamında anemi ile ilgili deneyleri var. Onlara eşlik ediyorum 12 gibi eve geçiyoruz.

Adıyaman sokakları:

Ahmet hoca nemrut la ilgili tavsiyeler verip hatta benim için birkaç turizm şirketini de arıyor ama burada durum şöyle: Turizm sezonu olmadığı için hergün garanti bir nemrut turu yok. Zaten nemrut a ya güneşin doğuşu için yada batışı için çıkılıyor. Siz isim yazdırıyorsunuz bir şirkete eğer o şirket yeterli bir sayıya ulaşırsa turu düzenliyor.

Adıyaman'da turu beklerken oturduğum kahveden:

Televizyonda alışık olduğum ama içindeyken başka güzel gelen dağlık Adıyaman yolları:

Ertesi sabah ismimi yazdırıp bekliyorum. 2 de kalkması gerekiyor ama soran eden yok. Burada bir karar vermek zorunda kalıyorum. Ya bir gün daha konaklama yerim olmadan adıyaman merkezde kalıcam yada nemruta otostop yapıp gün sonunda nereye ulaşırsam orada bi şekilde bir yerde kalıcam ama içimde de bir huzursuzluk var. Bir gün önce ev arkadaşım olcay ben malatya yakınlarında bir kamyon tamirhanesindeyken arayıp derslerimin silindiğini söylemişti bunu da halletmem gerekiyordu. Ben de tüm bunların sonucu adapazarına dönüş kararımı verdim biraz moralsiz bir şekilde. Zira nemrut dağı bu gezimdeki ana noktalardan hedeflerden biriydi, kendisi yıllardır beni çağırıyordu ve bu kadar yaklaşmışken erişememiştim.


Devamı bir sonraki bölümde.

Hiç yorum yok: